11.01.2022

Din Samimiyettir

İnsanı huzura ve mutluluğa kavuşturacak bir araç olan din’in mutlak anlamda samimiyet ile yol alması gerekir. ‘‘Samim’’ kelimesinden gelen samimiyet, hem ‘‘’’ hem de ‘‘gönül’’ anlamına gelir. Bu kelimeden türetilmiş olan samimi sözcüğü ise ‘‘özü-sözü bir olan’’ demektir. Samimiyet, insanın gönülden istemesi, kendisini olduğu gibi göstermesi ve düşünceleri ile davranışlarının tutarlı olmasını anlatırken bütün davranışların da özünü yansıtır. Bu nedenle kişinin Allah c.c. ve insanlar ile ilişkisindeki olması gereken temel bir ölçüyü anlatan samimiyet, kültürümüzde hasbi olmanın, karşılık beklemeden iyi ve faydalı bir işi yapmanın adıdır. Günümüzün en büyük kötü huyları olan kin, öfke, şiddet, intikam, kibir ve tutkuların yanında acımasız rekabetler, sorumsuzluk, bencillik ve dünyevileşme insanlığın ihtiyaç duyduğu samimiyet duygusunu da maalesef yok etmektedir. Modern insanlık, dış görünüşe daha fazla önem vermesiyle birlikte insanın özü-sözü, içi-dışı, niyeti ve davranışı arasındaki bütünlüğün de kaybolmaya başladığı görülmektedir. Dolayısı ile insanlar arası ilişkiler içtenlikten uzaklaşmış ve yüzeysel bir hâl almıştır. Hâlbuki iyi niyetin bir göstergesi ve sosyal ilişkilerde de çok önemli bir yer tutan samimiyet, insanın hem ruhsal olgunluk düzeyini hem de ruhsal sağlığını koruma hedefi gütmektedir.

Kendi iç dünyamızı gizlemeden içimizden geldiği gibi davranabilmek samimiyetin ta kendisidir. Yani, Mevlana’nın da dediği gibi olduğu gibi görünmek veya göründüğü gibi olmaktır. Samimiyetten yoksun davranışlar, kişinin sadece insanlar ile değil rabbi ile arasındaki ilişkiyi de zedelemektedir. Bu ilişkinin bozulmaması için ise samimiyet duygusu her işte temel olmalıdır. Çünkü kişiye samimiyeti ve niyeti kadar rabbi katında değer biçilecektir. Bu nedenle efendimiz s.a.v: “Din, samimiyettir.” buyurmuştur. Orada bulanan sahabeden bazıları; -“Ya Resulallah! Din Kime karşı samimi olmaktır” diye sorunca, Efendimiz (s.a.s); “Allah’a, Kitabına, Resulüne, Müslümanların önderlerine ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmaktır (Müslim İman, 95)’’ buyurdu. İnsan, beden ve ruh olarak çift taraflı bir şekilde yaratılmıştır. Ruh olmadan beden bir cesetten ibarettir. Beden ise ruhun samimiyetini ve iyi niyetini dışarıya aksettireceği bir mekândır. Buna göre ihlâs ve samimiyetin eksik olduğu amellerde ancak bir ceset mesabesinde kalmaya mahkûmdur. Bu nedenle bir Müslüman, yaptığı işi Allah için yapar ve onun duası ancak şu olabilir: “…Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir’’ (En’am, 6/162). Çünkü İhlâs ve samimiyet olmazsa kılınan namazlar makbul bir namaz olmayacak, ihlâs ve samimiyetsiz bir şekilde yapılan hac veya umre de ziyaretin dışında bir amaca hizmet etmediği için ibadet anlamını yitirecek ve ihlâssız eda edilen kurbanlarda sadece bir et ihtiyacının giderilmesi mertebesinde kalacaktır. Bu nokta da Hac suresine bir kulak verelim: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır…’’(Hac, 22/37). Dolayısı ile yapılan her bir ibadetin asıl amacını kaçırmamak için sâlih amellerin de mutlaka samimiyet testinden geçmesi gerekiyor.

İnsanoğlunun hırsına ve ihtiraslarına esir ederek samimiyetine gölge düşüren en büyük hastalığının riya ve gösteriş olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden yüce dinimiz İslam, söz ve davranışların ölçülü olmasının yanında mutlaka her türlü aldatma ve çıkar ilişkilerinden uzak olmasını emrederek karşılığını sadece Allah’tan umarak iyi işler yapmayı öğütler. Çünkü samimiyetten ödün vererek insanların gözünü boyayan ve sonucunda kazanç sağladığını zanneden kimselerin aslında kaybettiğini ve samimi bir niyet ile girişilen işin sonucunun ise mutlak anlamda güzel olacağını bize Kur’an-ı Kerim öğretmektedir. Nitekim: ‘’Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde malını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa çıkarmayın. O kimsenin misali, üzerinde toprak bulunan düzgün ve yalçın bir kayadır; kayanın üzerine şiddetli bir yağmur yağmış, onu çıplak halde bırakmıştır. Bu gibilerin kazandıkları hiçbir şeyden istifadeleri olmaz ve Allah, inkârcı topluluğa hidayet vermez. Mallarını Allah rızasını dileyerek ve içlerinden gelerek harcayanların misali ise tatlı bir yamaçta bulunan, üzerine bolca yağmur yağan, bu sebeple ürününü iki misli veren bir bahçedir; şayet sağanak yağmazsa incecik yağar. Allah yapıp ettiklerinizi görmektedir (Bakara, 2/264-265).“ ayeti riyakârlık yerine davranışlardaki ölçütün samimiyet olduğunu ortaya koymaktadır.

İnsanları değerlendirmemizde ve eşyaya bakışımızda samimiyet yaklaşımı esas olursa, dünyevi çıkar ve hırsların körüklediği birçok olumsuzluk kolayca bertaraf edilebilir. Çünkü Allah’ın gördüğü bir davranışı insanların yanında utanma duygusu sebebi ile yapamadığını fark edecek bir insan o zaman asıl özünü bulmaya başlayacak ve samimiyeti kazanacaktır. Bu yüzden de Camide Müslüman dışarıda ise İslamî bir davranış gösteremeyen bir kişi durumuna da düşmeyiz. Böylece Allah'ın rızasını kazanamamış her amelin bir kayıp olduğu bilinciyle hareket eder ve insanların verdiği övgü ile değil Allah'ın verdiği değer ile insanın cenneti kazanacağını anlarız. Bunun için yapılan her davranışın hesap gününde Allah’a arz edileceği bilinciyle, Allah ve resûlünün buyruklarına muhalefet etmekten ve kendimizi kandırmaktan uzak durup işlerimizi sırf Allah rızası için yapmalıyız. Çünkü Allah'tan korkan kişi kendi iç dünyası ile dış dünyasını dizayn ederken insanların eleştirilerine uğramamak için gerçeği saklayan ve samimiyet yoksunu kişiler de hem bu dünya da huzursuz hem öbür dünyada da iflas etmiş bir kişi olacaktır.

O halde asrın en büyük yitiği olan samimiyeti tekrar bulmalıyız. Çünkü o varsa her şey var o yoksa her şey sahte olduğunu görüyoruz. Eğer samimiyetin kazandırdığı bir karaktere bürünemezsek; Hz. İbrahim’in Nemrut’un ateşine niçin girdiğini, Hz. İsmail’in bıçağın altına niçin yattığını, Hz. İbrahim’in ailesini kuş konmaz kervan geçmez bir çölde niçin yalnız bıraktığını, Hz. Yusuf’un zindanlarda niçin yattığını; Hz. Musa’nın hicretten hicrete sevk eden çöl yollarını niçin kat ettiğini ve Hz. Muhammed Mustafa s.a.v’in Taif’te taşlandığında ‘’rabbim onlara hidayet ver zira onlar bilmiyorlar’’ (Buhârî, Bedʼüʼl-Halk, 7) diye niçin dua ettiğini anlayamayız. Nasıl ki insan dua ederken elini açar da sonrasında samimiyetsizliği ve kusurları yüzünden âmin derken ellerini utanarak yüzüne kapatır ya rabbim bizlere bu samimiyeti kavramayı ve hayatına yansıtmayı nasip eylesin.

Muhammed ÖZDEMİR

Çerkeş İlçe Vaizi